Kulağın kıkırdakla desteklenen ve deri ile kaplı
dış bölümü olup kulak kepçesi (aurikula) adını alır.
Sadece elektromanyetik dalgaları toplamakla kalmayıp, sesleri
dış kulak yoluna yönlendiren bir yansıtıcı gibi
çalışır. Ancak kulak kepçesi her yönden gelen seslere aynı
duyarlılığı göstermez. Kulak kepçesinin sesleri
toplayabilme özelliği nedeniyle uzayda sesin geliş yönünü lokalize
etmesi mümkün olur. Dış kulak yolu ~9 mm çapında ince bir
diyaframı andıran timpan zarı ile sonlanır (Şekil
30-1).
Orta kulak
Orta kulak içi hava ile dolu bir boşluk olup
Östaki borusu ile farinkse bağlanır. Ses dalgalarının
yarattığı mekanik enerji 3 küçük kemikçiğin hareketleri ile
orta kulak boyunca taşınmaktadır. Bu kemikcikler malleus,
inkus ve stapez olup çekiç, örs, üzengi olarak da bilinirler.
Malleus tabanı ile timpan zarına oturmuştur. Diğer ucu ise
ligamentöz bir yapı ile inkusa bağlanmıştır. Aynı
şekilde inkus da bir ligament yardımı ile stapeze bağlanmıştır.
Stapez ise oval pencere yardımı ile kohleanın kemik
kısmını aşarak zarsı labirente ulaşır
(Şekil 30-1).
İç kulak
Kohlea, Yunanca da cochlos sözcüğünün karşılığı olup
salyangoz anlamına gelmektedir. İnsan kohleası çapları
gittikçe küçülen 3 kıvrımdan meydan gelmiştir. Üzeri ince bir
laminer kemik tabakası ile örtülü olan kohlea temporal kemik içine
yerleşmiş durumdadır. Kohleanın iç tarafı salyangozdan
farklı olarak tek bir kanaldan oluşmaz. Bir kemik çekirdek
etrafında heliks yapan 3 tane içi
sıvı ile dolu tüp bulunmaktadır. Kohleaya enine kesit
yapıldığında en üstte kalan bölüme skala vestibüli, ortadaki bölüme skala media, en altta kalan bölüme ise skala timpani adı
verilir. Skala media (Kohlear kanal) diğer iki
kompartmanı kohlea boyunca ayırır, ancak helikotremada
(kohleanın ucu) skala vestibüli ve tipani birleşirler. Skala media,
skala vesibüliden Reissner
membranı ile
ayrılır. Skala vestibüli ve skala timpani perilenf, skala media ise
endolenf ile dolu olup bu iki sıvı birbiri ile karışmaz.
Skala media ve timpani arasında bulunan basiler membran yapıca kompleks bir yapı olup ses
dalgalarının iletiminde görevlidir (Şekil 30-2).
İşitme, kulağın ses enerjisini
yakalamasıyla başlar.
Ĝ Düşük şiddette olmalarına
karşın hava basıncındaki artma ve azalmalar timpan
zarının içeriye veya dışarıya doğru hareket
etmesini sağlar. Yani timpan zarı ses dalgalrını taklit
eden bir rezanatör görevi görmektedir. Timpan zarındaki hareketler, zara
bağlı durumdaki malleusun yer değiştirmesine yol açar. Malleustan
sonraki kemikçiklerin hareketleri karmaşık olup sesin
sıklığına ve şiddetine bağlı oluşurlar.
Basit olarak ifade edilecek olursa inkus ve malleusun hareketi iki
bağlantı noktası olan bir manivelaya benzetilebilir. İnkus,
stapezi oval pencerenin içine doğru iterken stapez de bir piston gibi kohlea sıvısının
ileriye ve geriye doğru hareketine neden olur.
Ĝ Akustik sinyallerle ilişkili enerji
miktarı oldukça küçük olduğundan orta kulağın normal
yapısının bozulması ileti tipi
sağırlığa yol açar. İleti tipi sağırlığa yol açan en
önemli iki durum ortakulak iltihabı (otitis media) ve otoskleroz
hastalığıdır. Otitis media, timpan zarının veya
kemikçiklerin immobilizasyonuna yol açar. Otoskleroz ise kemikçikler
arasındaki ligamentlerde kemik proliferasyonuna bağlı olarak
hareketleri engelleyen bir durumdur.
Ĝ Klinikte ileti tipi
sağırlık Rinne testi ile
tanınabilir. Titreştirilen diyapozon kulak önüne tutulduğunda
duyulmuyor ancak kulak arkasındaki mastoid çıkıntı üzerine
konduğunda duyuluyorsa orta kulağı ilgilendiren bir patoloji
düşünülür. Her iki durumda da titreşimi duyamıyorsa iç
kulağı ilgilendiren bir patoloji (sensorinöral) düşünülür.
Kohleanın fonksiyonel anatomisi
Baziler membran sesin
sıklığını algılayan bir mekanik analizördür
Ĝ Baziler membranın skala
mediayı timpanik skaladan ayıran fibröz bir membrandır. Bu membran kohleanın kemiksi merkezi
olan modiolustan dış duvara doğru dağılan
20.000-30.000 kadar baziler lifler içerir. Baziler membranın önemli bir
özelliği uniform olmamasıdır. Memeli kohleası boyunca uzanan baziler membran değişik
mekanik özellikler gösterir. Bu
liflerin uzunlukları kohleanın tabanından tepesine doğru
gidildikçe artarken çapları azalır. Sonuç olarak kohleanın oval
penceresine yakın sert ve kısa lifler yüksek frekanslarda en iyi
titreşimi gösterirken kohlenın tepesine yakın uzun, esnek lifler
düşük frekanslarda en iyi şekilde titreşirler.
Ĝ Üzenginin ayağı oval pencereye
karşı içeri doğru hareket ettiğinde kohleanın kemik
duvarlar tarafından çepeçevre sarılı olmasından ötürü
yuvarlak pencere dışa doğru çıkıntı yapmak
zorundadır. Dolayısı ile oval pencereden giren bir ses
dalgasının
yaptığı ilk etki yuvarlak pencere yönünde bir
çıkıntı yapmaktır. Öte yandan baziler lifler yuvarlak
pencereye doğru bükülürken oluşan esnek gerim baziler membran
üzerinde helikotremaya doğru ilerleyen bir dalga başlatır
(Şekil 30-3-A).
Ĝ Baziler membranın 33 mm lik
uzunluğu boyunca üniform olduğunu varsayarsak bu durumda üzenginin
tipan zarını içeriye doğru hareketlendirmesi skala vestibülideki
basıncın artmasına ve baziler membranın
aşağıya doğru hareketine yol açacaktır (Şekil
30-3B ve C).
Ĝ Ancak baziler membranın mekanik
özellikleri farklılık gösterdiği için Stapezin taban
parçasının hareketleri skala vestibüli içindeki perilenfte ilerleyen
bir dalga serisi başlatır. Bu dalga önce bir doruk noktaya
ulaşır daha sonra hızla düşer. Doruk nokta ile stapez
arasındaki uzaklık dalgayı başlatan titreşimlerin
frekansı ile değişir. ( Şekil 30-3D). Örneğin
düşük frekanslı sesler (100Hz) baziler membranın apeksinde, orta
frekanlı sesler (1000 Hz) membranın ortalarında, yüksek
frekanslı sesler ise (10 000Hz) membranın bazal bölümünde dalga
oluşumuna yol açarlar.
Ĝ İlerleyen dalganın bir
diğer özelliği baziler membranın ilk bölümünde hızlı
hareket etmesi, kohlea içinde daha uzağa doğru ilerledikçe giderek
daha yavaş hareket etmesidir. Bu olayın nedeni stapeze yakın
baziler liflerin esneme katsayısının yüksek olması ve bu
katsayının ileri doğru gidildikçe giderek küçülmesidir.
Ĝ Baziler membrandaki dalgayı oluşturan
ve dalganın ilerlemesini sağlayan enerji membranın altında
ve üstündeki sıvının hareketinden kaynaklanır.
Sıvıyı hareketlendiren ise stapezin oval pencere
aracılığı ile bir piston gibi sürekli
çalışmasıdır.
Ĝ Basiler membran, kompleks seslerin spektral
analizini gerçekleştirmektedir. Şöyleki baziler membranın apeks
bölgesi en iyi 20 Hz frekansındaki seslere yanıt verirken, bazal
bölümü 20 kHz frekansındaki seslere duyarlıdır. Hemann
Helmholtz, baziler membranın çalışma prensibini piyanonun tam
tersi olarak yorumlamıştır. Piyanoda çok sayıda telin
titreşimi ile saf tonlardan kompleks bir ses oluşurken, kohlea ise
sesleri dekonstrükte ederek saf tonlara ayrıştırmaktadır
(Şekil 30-3F).
Corti organı
Ĝ Corti organı, iç kulakta baziler
membranın üzerinde yerleşmiş olup tüy hücreleri ve destek
hücrelerinden oluşan bir reseptör organdır. Her bir kohleada
yaklaşık 16 000 tüy hücre bulunup yaklaşık 30 000 afferent
sinir lifi ile innerve edilirler (Şekil 30-4).
Ĝ Corti organında 2 tip tüy hücre vardır: Tek sıra
halinde sıralanmış ~3500 iç (internal) hücre ve 3 veya 4
sıra halinde sıralanmış ~12000 adet dış
(eksternal) hücre. Dış hücreler, tabanlarında falangial (Deiters) hücreleri ile
desteklenmişlerdir. İç ve
dış hücreler arası ise pillar (sütun) hücreleri ile
doldurulmuştur. Corti organının üzeri jelatinöz yapıda bir
membran ile (tektoriyal membran) kaplanmıştır. Dış
hücrelerin sterosiliaları tektoriyal membranın alt yüzüne
sıkıca tutunmuşlardır. (Şekil 30-5).
Deneysel çalışmalar Corti
organının nasıl çalıştığını tam
olarak ortaya koyamamıştır. Ancak organın baziler membran
üzerindeki yerleşimi ve membrandan yapılan ölçümler ile
uyarının tüy hücrelerine nasıl ulaştığını
tahmin etmek mümkündür. Baziler membran sese yanıt olarak
titreştiğinde Corti organı ve tektoriyal membran da harekete
eşlik eder ( Şekil 30-6). Bir ses uyarısı geldiğinde
baziler membran ve Corti organı tektoriyel membran ile birlikte
yukarıya doğru hareket eder. Bu durumda tektoriyel membrana
sıkıca tutunmuş tüy demetleri de eksitasyonun yönüne doğru
yatarlar. Bu defleksiyon hareketi stimulusun (ses uyarısının)
mekanoelektriksel transdüksiyonunu sağlar. Titreşimin orta
noktasında tüy hücreleri tekrar eski dinlenim pozisyonuna dönerler.
Baziler membran aşağıya doğru yöneldiğinde ise tüy
demetleri stimulusun geliş yönünün tersine yatarlar.
Ĝ Tüy demetlerinde ortaya çıkan
defleksiyon hareketi bir reseptör potansiyelinin oluşumuna yol açar.
Baziler mebranın ve Corti organının yukarıya hareketi
depolarizasyona, aşağıya doğru hareketi ise hiperpolarizasyona
yol açar.
Ĝ Baziler membranın tonotopik olarak
düzenlenmesi nedeniyle her tüy hücresi belirli frekanstaki seslere
duyarlıdır. Bir karşılaştırma yapacak olursak bir
piyanonun telleri arasındaki frekans farkı % 6 dolaylarında iken
tüy hücreleri için bu oran % 0.2 ye kadar inebilir.
Şekil 30-6: Tüy hücrelerinin frekans duyarlılığı her hücrenin
saf tondaki bir uyaranla, o hücrenin duyarlı olduğu frekansta +
duyarlı olduğu frekansın altında ve üstündeki frekanslarla
uyarılması ile saptanabilir. Bu yöntemle elde edilen eğriler V
şeklinde olup, eğrinin en alt bölümü (ucu) en düşük
şiddetteki ses verilen en iyi frekans yanıtını gösterir. Bu
şekilde yüksek, orta ve düşük frekanstaki sesler uyarılan tüy
hücrelerinden elde edilen ayar (akord) eğrilerini görmekteyiz.
Ses enejisinin kohleada amplifikasyonu
Ĝ Kohleanın ses enejisini amplifiye
edici etkisi baziler membranın hareketlerinin interferometre ile ölçümü
ile gösterilmiştir.
Ĝ Kohlea deneysel olarak düşük
şiddetteki bir ses uyaranı ile uyarıldığında
baziler membranın hareketi yüksek frekans seçiciliği gösterirken,
yüksek şiddetteki bir ses uyaranı ile
uyarıldığında ise membranın
duyarlılığı azalmaktadır. Örneğin baziler membranın
10 dB lik bir ses uyaranına karşı verdiği yanıt, 80
dB lik bir ses uyaranına verdiği yanıttan % 1 daha azdır.
Bu sonuçlardan yola çıkarak kohleanın düşük frekanslı
seslere karşı kulağın sensitivitesini artıran mekanik
bir amplifikatör gibi davrandığını söyleyebiliriz.
Şekil 30-8: Uyandırılmış otoakustik
yayılım (evoked otoacustical emission)
Bu çalışmada bir speaker yardımı
ile deneğe çeşitli frekanslarda bir ses uyaranı (click) gönderiliyor. Hemen ardından
dış kulak yoluna yerleştirilmiş bir mikrofon
yardımı ile iç kulaktan
yansıyan ses patlamaları kaydediliyor. Yüksek frekanslı seslerin
geri dönüşü 5 ms gibi çok kısa bir sürede olurken, düşük
frekanslı seslerin dönüşü 20 ms yi buluyor.Buna
Uyandırılmış otoakustik yayılım denir. Bu
aslında basit bir yansıma (eko) olmayıp, kohleanın mekanik
enerjiyi toplayıp tekrar yaydığını gösteren önemli bir
fonksiyon olduğu düşünülüyor.
Ĝ Bir tüy hücresi deneysel olarak
elektriksel yolla uyarıldığında hareket etmektedir.
Depolarizasyonla gövdede kısalma, hiperpolarizasyonla gövdede uzama
gözlenir (Şekil 30-9) . Bu hareketler için gereken enerji ATP nin
tüketilmesinden çok deney sırasında oluşan elektriksel alandan
sağlanır. Kohlear
amplifikasyonun dıştaki tüy hücrelerinin mekanik uyarıyı
reseptör potansiyeline dönüştürmesi sırasında oluştuğu
düşünülmektedir.
Gangliyon hücreleri tüy hücrelerini innerve eder
Kohlear hücrelerden nöronlara bilgi
aktarımı kohlear ganliyon aracılığı ile
olmaktadır. Gangliyon, kohlear spiralin çekirdeğinde (modiolus) yer
aldığı için spiral gangliyon adını da almaktadır. İç
kulağın her birinde ~30 000 gangliyon hücresi tüy hücrelerini innerve
etmektedir. Bu iletimin kimyasal olduğu ve iletide rol alan transmiterin
glutamat olduğu gösterilmiştir.
Kohlear gangliyonların % 90 I iç tüy
hücrelerinde sonlanırlar. Her akson tek bir tüy hücresini innerve ederken,
bir tüy hücresi birçok sinir lifine (~10) çıktı gönderir.
Şekil 30-10: Korti organının innervasyonu.
Spiral gangliyon hücrelerine birkaç dış tüy hücresi birleşip
afferent çıktı verirken, bir iç tüy hücresi ortalama 10 tane afferent
çıktı vermektedir. Üst merkezlerden gelen efferent nöronlar ise
genellikle aksoaksonik sinapslarla iç tüy hücrelerinde sonlanırlar.
Kohlear sinir lifleri stimulusun sıklığını ve
şiddetini belirler
Ĝ Kohlear sinirdeki aksonların
akustik duyarlılığı spiral gangliyon hücrelerinin
innervasyon özelliklerini yansıtmaktadır. Her akson belirli
frekanstaki bir sese duyarlıdır. Düşük veya yüksek
frekanslı uyarılar ancak yüksek şiddette olmaları halinde
yanıt oluşturabilirler.
Ĝ Ses basıncı ile her bir
kohlear sinir lifinde aksiyon potansiyelini ateşleme oranı
arasındaki ilişki yaklaşık doğrusal bir özelliğe
sahiptir. En duyarlı sinir lifleri, eşik değeri 0 dB olan,
spontan aktivite gösteren ve orta şiddetteki (40 dB) uyarılara
karşı satüre edici yanıtlar oluşturabilen liflerdir. Buna
karşılık diğer lifler daha az spontan aktivite gösteren,
eşik değeri yüksek ve 100 dB civarındaki uyarılara
yanıt veren liflerdir.
Ĝ Nöronal yanıtlardaki bu
farklılık iç tüy hücreleri ve afferent sinir hücreleri
arasındaki sinapslardan kaynaklanmaktadır. Sinir
sonlanmasının tüy hücresinin yüzeyinde yapan afferent sinir lifleri
düşük sensitivite ve spontan aktivite gösterirken, sonlanmasını
tüy hücresinin zıt bölgesinde yapan sinir lifleri ise en duyarlı
sinir lifleridir.
Ĝ 8.kafa siniri olan işitme sinirindeki
ateşleme paterni tonik ve fazik komponente sahiptir (Şekil 30-11).
Ĝ Kohleadan kortekse kadar giden tüm
işitme yolu boyunca sinir liflerinin uzamsal bir organizasyonu söz
konusudur. İşitme traktusu ve korteksteki reseptif alanlardan
yapılan kayıtlar belirli ses frekanslarının belirli
nöronları aktive ettiğini göstermiştir. Dolayısı ile
farklı ses frekanslarının belirlenmesi için sinir sistemi
tarafından kullanılan yöntemlerden bir tanesi alan kodu olup baziler zar üzerinde en fazla uyarılan konumların
saptanması esasına dayanır. Bir diğer yöntem ise frekans kodu olup
nöronların stimulusun frekansını yansıtacak
şekilde ateşlenmesi prensibine dayanır.
Şekil 30-11: Bu şekilde 10,20,30 ve 40
dB şiddetinde bir ses uyaranı sonrasında işitme sinirinden
elde edilen yanıtlar görülüyor. Uyaranın süresi 250 ms olarak
verilmiş. Özellikle 20 dB in üzerindeki uyaranlar sinirde önce fazik bir
yanıta neden oluyor (uyaranın hemen başında). Ardından
adaptasyon ve aktivitede düşüş gözleniyor. Dolayısıyla
kohleadan işitme sinirine ulaşan uyaranlar hem fazik hem de tonik
yanıtlar oluşturuyorç
Ĝ
Sesin işlenmesi kohlear çekirdekte başlar
Ĝ 8.sinir aksonları, medulla- pontin
bileşkede bulunan kohlear çekirdek kompleksinde sonlanırlar
(Şekil 30-12).
·
Bu
yapının 3 önemli komponenti vardır: dorsal kohlear nükleus,
anteroventral ve posteroventral nükleus olmak üzere. Bu 3 çekirdek tonotopik
organizasyon göstermektedir. Bunun anlamı farklı frekanslardaki
seslerin baziler membranı farklı noktalarda titreştirmesi ve
farklı nöron populasyonlarının eksitasyonunun kohlear çekirdekte
farklı düzeylerde projeksiyona yol
açmasıdır (Şekil 30-13).
Şekil 30-13: 3 farklı frekanstaki ses uyaranının
baziler membrandan başlayarak 8. sinir (işitme siniri) ve kohlear
çekirdekteki projeksiyonunu görmekteyiz.
Ĝ Kohlear nükleuslara ait nöronlar
çeşitli boyaların kullanılmasıyla gösterilmiş ve elektriksel özellikleri ile
birleştirilerek belirli hücre tiplerinin ne türde fonksiyonlar
gösterdiği anlaşılmıştır. Örneğin ventral
kohlear nükleuslar 2 tip nöron içermektedir. Bunlardan stellat hücreler
simetrik dentritlere sahiptir ve uyarılmaları halinde düzenli aksiyon
potansiyelleri oluştururlar. Çalı (bushy) hücreleri ise tek,
kalın ve orta derecede dallanmış bir dentrite sahiptir. Bu
hücreler karakteristik olarak tek bir aksiyon potansiyeli oluştururlar.
Böyle bir yanıtın sesin uyarısının hemen
başında oluştuğu tahmin edilmektedir. Ayrıca bu
hücrelerin özellikle horizontal eksende yer alan bir ses
kaynağının yerini belirlemeye yaradığı da
düşünülmektedir.
Ĝ Dorsal nükleus tıpkı
serebellar korteks gibi tabakalar şeklinde organize olmuştur.
Buradaki fusiform hücreler, değişik frekanstaki birçok stimulusa
eksitatör veya inhibitör yanıtlar verirler. Bu hücrelerin vertikal eksen
yönünde gelen seslerin yönünü belirlemeye yaradığı
düşünülmektedir.
Şekil 30-14: Ventral kohlear çekirdekteki stellat hücreler
düzenli aksiyon potansiyeli oluştururlarken, çalı hücreleri tek bir
aksiyon potansiyeli oluşturur.
Bu hücrelerin yer alan bir ses
kaynağını bulmaya yaradığı düşünülüyor.
Dorsal nükleustaki fusiform hücreler eksitatör veya
inhibitör yanıtlar oluşturur.
Ĝ Kohlear nükleustan çıkan birçok
hücrenin aksonları beyin sapındaki birçok çekirdeğe projekte
olur. Beyin sapındaki bağlantıların çok kompleks
olması nedeniyle burada sadece birkaç major yolak üzerinde
durulacaktır (Şekil 30-12).
Ĝ İşitme ile ilgili
yolakların ortak özellikleri vardır. Birincisi, akustik bilgi birbirine paralel seyreden yolaklarda işlenmektedir.
İkincisi, kohlear nükleustaki çeşitli
hücrelerin her biri spesifik istasyon çekirdeklerine projekte olur. Böylelikle işitme ile ilgili bilgi
kohlear çekirdeklerden itibaren ayrılmaya başlar. Üçüncüsü beynin iki yarımküresi arasında
işitme ile ilgili yapılar açısından çok yoğun bir
etkileşim vardır. Bu nedenle yolakların bir bölümünde meydana
gelen unilateral bir lezyon çoğunlukla her iki kulağı da
ilgilendiren işitme kusuruna neden olur.
Ĝ Anteroventral kohlear nükleustan
çıkan aksonlar süperior olivary nükleus kompleksine uğrarlar. Bu
çekirdek kompleksi; lateral ve mediyal superior çekirdek ve trapezoid cisim
çekirdeğinden oluşur. Kohlear nükleusun posteroventral
çekirdeğinden çıkan nöronlar da pons seviyesinde lateral sup. olivary çekirdekten geçer.
Ancak kohleanın dorsal nükleusundan çıkan nöronlar ise pons
seviyesinde projeksiyon yapmaz.
Ĝ Mediyal sup. Oliver çekirdeğinin sesin lokalizasyonunu saptama
gibi spesifik bir fonksiyonu vardır. Ses dalgaları önce sesin
geldiği taraftaki kulağa ulaşır, daha sonra öteki
kulağa geçer. İki kulak arasında yaşanan bu gecikme 700 ms dir. Tam
orta plandan gelen ses için bu gecikme yaşanmaz, yani ses kulaklara
eş zamanda gelir. Mediyal sup. Oliver çekirdekteki nöronlar, iki kulak
arasındaki zaman farkını belirleyecek şekilde
dizilmiştir. Her nöronun uyarılma şiddeti her iki kulaktan gelen
akustik sinyaller arasındaki zaman boşluğuna ileri derecede
duyarlıdır. Bu nedenle birkaç derecelik sapma ile sesin geldiği
yön doğru olarak saptanabilir.
Ĝ Kulağa gelen ses tüy hücrelerinin
uyarılmasına ve 8. Sinir liflerinin ateşlenmesine yol açar. Bu
potansiyeller kohlear nükleustan med. Sup.oliver çekirdeğe projekte
olur. Aynı ses karşı
kulakta da benzer olayları başlatır. Tek kulaktan gelen uyarılar med.sup.oliver çekirdekte
nöronları eşik düzeyine ulaştırmakta yetersiz kalır.
Ĝ Lateral sup. Oliver çekirdek de sesin geldiği yönün tayininde
önemlidir. Ancak bu çekirdek sesin şiddetindeki farklılıktan
faydalanarak sesin yönünü belirlemeye
çalışır. Ses yakın
kulağa daha yüksek tonda ulaşır. Lateral sup. Oliver her iki
kohlear nükleustan girdi alır.
Ancak ipsilateral projeksiyonlar direkt ulaşırlarken,
kontrlateral olanlar önce trapezoid cisme uğrarlar.
Ĝ Böylelikle sesin lokalizasyonu 2
bilgiden yola çıkılarak gerçekleştirilir. Aslında
bunların 2 si tamamlayıcı bilgilerdir. Çünkü sesin her iki
kulağa ulaşma sürelerindeki fark en iyi düşük frekanslarda
ortaya çıkarken, sesin şiddetin ile ilgili fark en iyi yüksek
frekanslı sesler için algılanır. Bir diğer deyişle
med. Sup. Oliver çekirdek düşük frekanslı girdilere yanıt veren
nöronlara sahipken, lateral sup. Oliver çekirdek ise yüksek frekanslı
girdilere yanıt veren nöronlara sahiptir.
Ĝ Superior oliver kompleksten gelen
aksonlar lateral lemniskusun en önemli komponentini yaparlar. Lateral lemniskus aynı zamanda kontrlateral dorsal nükleustan gelen aksonları da
içerir. Ancak bu liflerin bir bölümü bu çekirdekte sonlanırken, çoğu
burayı atlayarak inferior
kollikulusa geçer.
Ĝ İnferior kollikulus
başlıca 2 bölüm halindedir. Dorsal parçası akustik ve
somatoduysal girdileri alır. Bu parçanın fonksiyonu tam olarak
anlaşılamamıştır. Dorsal parçanın altında santral nükleus bulunmaktadır. Santral nükleusa yapılan
projeksiyonlar ve buradaki nöronların fizyolojik özellikleri bu
çekirdeğin çok karmaşık bir yapıya sahip olduğunu
göstermiştir.
Ĝ İnferior kollikulusta kulaklar
arası zamanlama ve şiddet farkına duyarlı nöronların
bulunması bu çekirdeğin ses lokalizasyonunda önemli görevlerinin
olabileceğini düşündürmektedir.
Ĝ Mediyal genikulat nükleus, işitme sisteminin talamik
durağını yapar. Bu çekirdek kompleksinin 3 parçası olup,
bunlardan ventral ve dorsal nükleusları çok iyi
anlaşılmıştır.
Ĝ İşitmenin tüm önceki
basamaklarında gözlenen tonotopik düzenleme mediyal genikulat nükleusta da
devam eder. Benzer frekanslar duyarlı nöronlar tek bir tabakada
bulunurlar.
Şekil 30-15: Bu şekilde mediyal
superior oliver çekirdekte nöronların sesin geldiği yönü belirleyecek
şekilde dizilimi gösteriyor. Bu nöronlar ancak girdiler ipsilateral ve
kontrlateral birlikte olduğunda maksimal uyarılıyorlar. Maksimal
uyarılan nöronlar interaural zaman farkını tayin edebiliyorlar.
İşitme bilgisi serebral korteksin birçok
bölgesinde işlenir
Ĝ Kohlear nükleustan yukarıya
doğru çıkan işitsel yolaklar temporal lobun dorsal yüzeyinde
farklı alanlarda sonlanırlar. Ancak mediyal genikulattan gelen
aksonların birçoğu primer işitme korteksine projekte olur.
Buraya A1 bölgesi denir (Broadman ın 41 ve 42. Bölgesi). A1 bölgesindeki
nöronlar tonotopik dizilim gösterirler. Düşük frekanslı akustik
uyaranlara yanıt veren nöronlar bölgenin rostralinde yer alırlarken,
yüksek frekanlı stimuluslara yanıt verenler ise kaudalde yer
alırlar (Şekil 30-16).
Şekil 30-16: Maymunda temporal korteksteki işitme
merkezinde nöronarın dizilim. Düşük frekanstaki seslere yanıt
veren nöronlar merkezin rostralinde yer alırken, yüksek frekanstaki
seslere yanıt verenler ise kaudalinde yer
Ĝ İşitme korteksi 2 zona
ayrılmış durumdadır. Bunlardan yarısı sumasyon kolonları olup aynı taraftan gelen
uyarılarla eksitasyona uyğrarlar. Buradaki hücrelere EE hücreleri denir. Diğer yarısı ise supresyon kolonları olup diğer kulaktan gelen
uyarılar bu hücrelerde inhibisyon yaratır. Bu nedenle bu hücrelere EI hücreleri denir. Sumasyon ve supresyon kolonları
tonotopik haritaya doğru bir açıyla yerleştirilmiştir. Bu
nedenle işitme korteksi her düzeydeki frekansa ve kulaklar arası
etkileşime doğru bir şekilde yanıt verebilir.
Ĝ İnsanda, işitmenin önemi dilin
öğrenilmesi sırasında ortaya çıkar. Bir sesin nöral
işlenmesi azçok bilinmekle birlikte konuşma seslerinin nasıl
nasıl işlemlendiği henüz
anlaşılamamıştır. Dilin işlenmesini deneysel
olarak araştırabileceğimiz bir hayvan türü yoktur. PET ve fMRI
gibi teknikler dil ile ilgili
kortikal alanları anlamamıza yardım etmektedir.
Sensorinöral işitme kaybı sık
görülmekle birlikte iyileşebilir
Ĝ Sağırlıkların
çoğu sensorinöral işitme kaybı ile ortaya çıkmakta olup
çoğu kez doğru bir terim olmayan sinirsel sağırlık
olarak isimlendirilir.
Ĝ Tıpkı nöronlar gibi 16.000
adet tüy hücresi de tüm yaşam boyu canlı ve sağlıklı
olmak zorundadır, çünkü hücre bölünmesi gözlenmez. Ancak bazı
anfibilerde ve kuşlarda destek hücrelerinin bölündüğü ve yeni tüy
hücrelerinin coğalmasını uyardığı yolunda
bazı sonuçlar elde edilmiştir.
Ĝ Sağırlık özellikle
çocukluk çağında yıkıcı etkilere yol açabilir. Genetik
nedenler ya da pre veya perinatal infeksiyonlar sonucunda gelişen
sağırlık çocukta konuşmayı, okuma ve yazı
yazmayı da engeller. Öğrenme
güçlüğü çeken çocuklarda iyi bir pediyatrik muayene kulaktaki problemi
ortaya koyabilir.
Ĝ Yetişkin yaşlarda ise akut
işitme kaybının 2 önemli sonucu vardır. Birincisi;
işitme kişinin psikolojik olarak kendisini iyi hissetmesini
sağlar. Çevremizle yaşadığımız günlük verbal etkileşim
bizim sosyal ihtiyacımızı karşılar. İşitme
kaybı kişiyi yanlızlığa, depresyona ve hatta intihar
girişimine itebilir. İkinci önemli sonucu ise, işitme duyusu
etkili bir erken uyarı sistemi gibi çalışır. Dolayısıyla
sağırlık kişiyi tehlikeli, durumlardan
sakınmasını engelleyen önemli bir rahatsızlık olarak
karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde
sağırlığın tedavisinde kullanılan araçlar, sesin
frekansını yükselterek işitmeyi sağlamak şeklindedir.
Ĝ Bir kişide kohlear tüy hücrelerinin
çoğu veya tamamı dejenere olduğunda seslerin amplifiye edilmesi
bir işe yaramaz. Bu gibi durumlarda skala timpaniye bir elektrod
yerleştirmeye dayanan kohlear protez kullanılır. Bu elektrod
kohleanın spiral yapısı boyunca uzanan sinir liflerini stimüle
edebilir (Şekil 30-18).
Ĝ Kohlear protez, işitme sisteminin
tamamında bulunan tonotopik organizasyonu başarıyla taklit
edebilmektedir. Çünkü kohleaya yerleştirilen elektrod benzer frekanslara
duyarlı nöron liflerini uyarmakta, bu uyarılar 8.kafa siniri ile SSS
ne taşınmaktadır. Elektrod sayısı 20 kadar
olduğunda çok sayıda lif uyarılabileceği için kompleks
seslerin algılanması mümkün olmaktadır.
Ĝ Kohlear protezler dünyada 15.000 hastaya
uygulanmış durumdadır. Etkinliği bireyden bireye
değişmektedir. En iyi durumdaki kişiler konuşmaları
anlayabilmekte, örneğin telefon konuşmalarını
yürütebilmektedirler. Ancak sinir liflerinin tamamen harab olduğu
bireylerde kohlear protez işe yaramayabilir.
KULAKTA
DUYUSAL İLETİ (Bölüm 31)
Ĝ Bu bölümde tüy hücrelerinin
yapısı daha ayrıntılı olarak incelenecek ve bu
hücrelerinin mekanik enerjiyi elektrik sinyallerine nasıl
dönüştürüldüğü ele alınacaktır.
Ĝ Tüy hücreleri ektodermden
kaynaklanırlar ve epiteliyal özelliklerini sürdürürler. Bir tüy ücresi
kolon biçimindedir ve dendrit veya aksona sahip değildir. Apeks bölümünde
duyusal olmayan destek hücreleri ile bağlantılıdır. Destek
hücreleri ile yapmış oldukları sıkı
bağlantı (tight juction) ve hemen altındaki belt desmozom
bölgeleri tüy hücreleri için ciddi bir destek sağlamaktadır.
Ĝ Hücrenin apikal yüzeyindeki tüy
demetleri hücrenin reseptör aparatıdır.Bunların boyları 1 mm-100 mm arasında
olabilir. Bunlar 200- 300 arasında silindirik yapıda ve hekzagonal
düzende organize olmuş yapılar olup sterosiliya adını
alırlar. Her bir sterosiliyum aktin filamentlerinden oluşan bir
iskelete sahiptir. Aktin filamentleri, fibrin ile çapraz bir olarak
bağlanmışlardır.
Ĝ Tüy hücrelerinin endolenfe doğru uzantıları olan
sterosiliyalar, bazal bölümlerinde incelirler. Bu özellik bazal
bağlantı noktalarından hareketlerine imkan sağlar.
Ĝ Her tüy hücresinde kinosiliyum adı verilen gerçek bir siliyum bulunmaktadır. Bu
diğerlerinden daha uzundur ve aksonem adı
verilen 9 çift mikrotübülden meyadan gelen çekirdek bir yapıya sahiptir.
Tüy hücreleri mekanik enerjiyi nöral sinyallere
dönüştürür
Ĝ Tüy hücrelerine mekanik birstimulusun
uygulanması hücrede elektriksel bir yanıta yol açar. Bu, mekanik
uyarılmaya duyarlı iyon kanallarının açılmasıyla
ortaya çıkan bir reseptör potansiyelidir. İn vitro olarak bir tüy hücresinin
sitoplazmasına yerleştirilen bir elektrot ile tüy demetleri
uyarının yönüne ve şiddetine bağlı olarak yatarlar.
Uyarılmamış bir hücrede iyon kanallarının % 15 I
açıktır. Sonuç olarak dinlenme potansiyeli 60mV
civarındadır. (+) bir stimulus tüy demetlerinin yer
değiştirmesine neden olarak kapalı olan diğer
kanalların da açılmalarını sağlar (Depolarizasyon)
Tersine (-) bir stimulus ise tüy demetlerini kısa kenarına doğru
iter ve kanalların kapanmasına neden olur (Hiperpolarizasyon)
(Şekil 31-2A, B, C).
Ĝ Ayna görüntüsü yönünde gelen uyarılar ise herhangi
bir değişikliğe yol açmaz ve hücre dinlenme potansiyelinde
kalır. Yani tüy hücreleri ancak tüy demetlerinin eksenine paralel gelen
uyaranlara yanıt verir. Oblik gelen uyaranlar ise ancak bu eksene
düşen vektöriyel projeksiyonları oranında uyarırlar.
Ĝ Tüy hücresine yapılan uyarı büyükse
meydana gelen reseptör potansiyeli de büyük olur. Tüy demetlerinin defleksiyonu
ile elekriksel yanıt arasındaki ilişki sigmoidaldir (Şekil
31- 2D)
Ĝ Normal bir uyarılma sırasında bir tüy
demeti + 1 derecelik bir açıyla hareket eder . Bu
yaklaşık 3 nm lik bir yol alınmasına yol açar.
Ĝ Tüy hücrelerindeki kanallardaki mekanoelektriksel
dönüşüm nonselektif olup bu kanalların konduktansları ~100 pS
dir. Tüy
hücrelerinin temasta bulunduğu endolenf sıvısında en çok
bulunan katyon K+ olup transdüksiyon akımından
sorumludur.Bu kanalların nonselektif olması streptomisin, gentamisin
gibi aminoglikozid antibiyotiklerin kanalları bloke etmesine yol açar.
Yüksek dozda kullanılması tüy hücrelerinde kalıcı hasara
yol açar.
Mekanik kuvvet direkt olarak transdüksiyon
kanallarını açar ve kapatır
Ĝ Tüy hücrelerinde gözlenen
mekanoelektriksel transdüksiyonun mekanizması bir aksiyon potansiyeli veya
postsinaptik potansiyelinden farklıdır. Çünkü buradaki kanallar bir
mekanik zorlanmadan etkilenirler. Kanalların açılma veya
kapanması tüy demetlerinin yapısındaki elastik
yapıların tansiyonundan kaynaklanır.
Ĝ Mekanoelektriksel transdüksiyona
katılan iyon kanalları tüy demetlerinde bulunan elastik
yapılarla açılır-kapanırlar. Bu elastik yapılara gating spring (kapı yayı) adı verilir. Tüy
hücrelerindeki kanalların, membranı geçen bir protein olduğu ve
katyon selektif porlara sahip olduğu bilinmektedir. Tüy demetleri dinlenme anında iken bu
kanallar kapalıdır. Ancak tüy demetlerinin (+) yönde hareket etmesi
kapı yayındaki tansiyonu artırır. Tansiyonun artması
kanalın açılmasına ve katyonların içeriye akmasına
neden olur. Kanal kapısının açılması gerçekten çok
hızlı olup ikinci mesajcı molekülün bu işte direkt
etkisinin olmadığını düşündürmektedir.
Ĝ Mekanoelektriksel iletinin olduğu
bölge 3 deneysel çalışma ile gösterilmiştir. 1)
Çalışmanın birinde uyarılmış tüy hücre demetinin
ekstraselüler yüzündeki katyon akımı ölçülmüştür. Buna göre en
güçlü voltaj sinyali tüy hücresinin tepe kısmında ölçülmüştür. 2)
İkinci deneyde aminoglikozid
antibiyotikler etkilerini büyük ölçüde tüy demetlerinin üst bölümünde
gösterirler. 3) Son olarak Ca2+ -duyarlı indikatörler,
kalsiyumun tüy demetinin uç bölgesinden girdiğini göstermişlerdir.
Ĝ Sterosiliyumlar arasındaki elastik
yapılara tip link (uç bağlantı) adı
verilmiştir. Bu yapılar 2 sterosiliyum arasında filamentöz
bağlantı yapmaktadır. Her uç bağlantının 2
sıra halinde dizilmiş moleküllerden oluşan ince bir lif olduğu
düşünülmektedir. Oblik olarak bir sterosiliyumun distal ucundan komşu
sterosiliyuma doğru uzanır.
Ĝ Bağlantıların yönü tüy
hücrelerinin uyaranlara olan vektöriyel duyarlılığı ile
tutarlılık gösterir. Çünkü tüy hücrelerinin dizilimine paralel gelen
uyaranlar tüy demetlerinin uyarılmasına yol açar. Ancak dizilime dik
gelen uyaranlar ise etkili olmaz.
Direkt mekanoelektriksel transdüksiyon
hızlıdır
Ĝ Tüy hücrelerinin tersine, diğer duyu
reseptörleri (fotoreseptörler, olfaktör nöronlar) siklik nükleotid veya
diğer ikinci mesajcıları kullanmaktadırlar. Bu mekanizma
sinyalin amplifikasyonunu sağlamaktadır.
Ĝ İkinci mesajcı olmadan
gerçekleştirilen bir transdüksiyonun amacı ne olabilir? Bu soruya
verilelebilecek en uygun yanıt; uyarıya verilen yanıtın tüy
hücrelerinde hızlı olmasıdır. Gerçekten de tüy hücreleri diğer
duyu reseptörleri arasında en hızlı yanıt veren
hücrelerdendir. Biyolojik stimulusun sıklığını
düşünecek olursak yanıtın hızlı olası
gerektiği de açıktır.
Ĝ Sesin lokalizasyonu, işitmenin en önemli
fonksiyonlarındandır. İnsan için sesin iki kulağa
ulaşma süreleri arasında 700 ms lik fark vardır. Ancak insanlar, sadece 10 ms lik bir gecikme ile sesin yerini belirleyebilir.
Bunun olabilmesi için tüy hücrelerinin sesleri birkaç ms içinde yakalayabilme özelliğine sahip
olması gerekir.
Şekil 31-4: Arka arkaya
verilen uyaranların tüy demetlerinin yer değiştirme ve
elektriksel yanıtlarında yarattığı
değişiklikler.
(Eğrinin biçiminde ve büyüklüğünde
değişiklik yok!)
Tüy hücreleri güçlü uyaranlara karşı
adaptasyon geliştirir
Ĝ Uzun süreli ve güçlü uyaranlar tüy
demetlerini dinlenme durumundan yatık (defleksiyon) duruma geçirir.
Adaptasyon sırasında reseptör potansiyeli progresif olarak
yavaşlar. Adaptasyon hızını ve derecesini (büyüklüğünü)
belirleyen en en önemli faktör tüy hücresinin apikal yüzündeki artmış
Ca2+ konsantrasyonudur (Şekil 31-4).
Ĝ Adaptasyon nasıl gerçekleşir?
Adaptasyon sırasında tüy demetlerinin sertliğinde
değişikliğin olması, adaptasyonun sterosiliyumlar
arasında tansiyonu sağlayan elemanları ilgilendiren bir
değişikliğe işaret etmektedir. Güçlü ve sürekli uyaranlar
sırasında uç bağlantılarının sterosiliyuma
tutunduğu bölge (yapışma plağı) yer
değiştirir. Tüy demetlerinde bu rolü üstlenebilecek farklı
tiplerde miyozin molekülü bulunmuştur. Bunlar miyozinin Ib kümeleri,
miyozin VI ve Miyozin VIIa molekülleridir. (Şekil 31-5).
Ĝ
Şekil 31-5:
Bir uyarının uç
bağlantılarına ulaşmasıyla tansiyon artar ve kanallar
açılır, içeriye kalsiyum girişi gözlenir. Buna paralel olarak
oluşan reseptör potansiyelinde önce bir depolarizasyon, ardından bir
plato ve sonra dinlenme durumuna dönüş gözlenir. Sitoplazmada biriken
kalsiyum kalmodulin molekülleri ile etkileşir ve miyozin Ib molekülünü
bağlayarak katyon kanalını aşağıya doğru itmesine
yol açar. Bu şekilde uç bağlantısının boyu
kısalır ve kanal kapanır. Uyarının devam etmesi
durumunda, uç bağlantı bölgesinin üst ucu aşağıya
itilmiş olduğundan adaptasyon boyunca katyon kanalı kapalı
kalır.
Tüy hücreleri spesifik uyarı frekanslarına
ayarlanmıştır
Ĝ Birçok canlının işitme
organındaki tüy demetlerinin uzunluğu frekans şiddetine göre
düzenlenmiştir. Düşük frekanstaki akustik ya da vibrasyonel
uyaranlara yanıt veren uyaranlara uzun tüy demetleri yanıt verirken,
yüksek frekanslı akustik uyaranlara ise kısa tüy demetleri yanıt
verir. İnsan kohleasında 20 kHz frekanslı seslere 4 mm boyundaki tüyler yanıt verirken, 20 Hz lik
seslere ise 7mm boyundaki tüyler
yanıt verir. Anatomik pozisyon ve frekans arasındaki bu ilişki
tonotopik haritalama olarak isimlendirilir.
Ĝ Tüy hücrelerinin spesifik frekanslara
ayarlanmasının mekanizması elektrikseldir. Bu durum balık,
sürüngen ve kuşlarda gösterilmiş olup henüz insanda nasıl
olduğu anlaşılamamıştır. Elektriksel rezonans
adı verilen bu durum deneysel olarak tüy hücresine elektrik
akımı uygulanması sonucunda membran potansiyelinde sinuzoidal
bir dalgalanma ile gösterilmiştir (Şekil 31-6)
Şekil 31-6:
Bu çalışmada bir tüy hücresindeki tüy
demetleri defleksiyona uğradığında reseptör potansiyeli bir
sinuzoidal osilasyon şekilinde ortaya çıkar. Aynı hücreye
dışarıdan bir mikroelektrod yardımı ile elektriksel
uyaran uygulandığında da benzer bir yanıt alınır.
Bu sonuç tüy hücrelerinin elektriksel rezonatör yardımı ile spesifik
frekanstaki uyaranlara ayarlandığını göstermektedir. BU
olayın mekanizmasına baktığımızda; (+)
defleksiyonun hücreye K+ girişini indüklediği ve hücreyi
depolarize olduğunu görürüz. Hücreye K girişi voltaj duyarlı Ca2+
kanallarının açılmasına ve hücre içi kalsiyum
düzeylerinin artmasına yol açar. Artan kalsiyum, Ca2+ a
duyarlı K+ kanallarını uyarır. Potasyumun
dışarı çıkması hücreyi repolarize eder. Artan hücre
içi kalsiyum iyon pompası yardımı ile hücre
dışına atılır.
Tüy hücrelerinde sinaptik transmisyon
Tüy hücreleri duyusal reseptör olmanın
yanısıra aynı zamanda presinaptik terminallerdir. Her tüy
hücresinin basolateral membranı çok sayıda presinaptik bölgeye
sahiptir. Her aktif bölgenin 3 önemli özelliği vardır:
(Şekil 31-7).
1)
Sitoplazmada
400 nm çapında, küresel bir yoğun presinaptik cisim (Biyokimyasal
içeriği tam bilinmiyor) bulunur.
2)
Presinaptik cismin etrafında her biri 35
nm çapında sinaptik veziküller bulunur.
3)
Plazmalemmanın
iç tarafında bir sıra halinde presinaptik dansite partikülleri
bulunur. Bu partiküllerin Ca2+ kanalları ve elektriksel
rezonansa katkısı olan K+ kanallarının
olduğu tahmin edilmektedir.
Ĝ Postsinaptik kayıtlar tüy
hücrelerinden nörotransmiter salınımının kuantal
olduğunu ortaya koymuştur. Ancak afferent nörotransmiterin
kimliği halen tartışmalıdır. Glutamat olduğu
yolunda bazı sonuçlar bildirilmiştir.
Ĝ Tüy hücrelerindeki afferent sinaplar
diğer sinaplardan farklılık gösterirler. Örneğin dinlenme
halinde de nörotransmiter salınımı olmaktadır. Sinaptik
transmisyonda ise depolarizasyonu ve hiperpolarizasyonu takiben nörotransmiter
salınımında aşağı ve yukarı
iniş-çıkışlar olmaktadır. Bu bulgularla uyumlu olarak
Ca2+ kanalları dinlenme durumunda bile açıktır ve
uyarılmamış hücrelerden nörotransmiter
salınımını sağlar.